Bir filozof, insanın tek mutlu olduğu zamanın, çocukluğu olduğunu söylüyor. Geriye kalan zaman ise mutluluğu aramakla geçip gidiyor. Bu sebepten olsa gerek bugün bile yüzümde tebessüme yol açan anlar hep çocukluğuma dair izlerle doludur. Gerçek anlamda kendimiz olabildiğimiz zamanlardır çocukluğumuz. Utanmamız gereken bir şey, çekinmemiz gereken birisi yoktur ortalıkta, hür irademizle kendimiz olabilmek, işte mutluluk bu olsa gerek. Sonra büyüyüp sisteme dahil olduğumuzda çevremiz çoktan kuşatılmış oluyor. Uyulması gereken bir kültür, yapılması gereken sistemli bir işleyiş ve sayısız kurallar sarıyor dört yanımızı. Kollarımızı iki yana açarak gösterdiğimiz o hayali büyük alan artık tıklım tıkış doluyor. Öyle kocaman sevemiyoruz, öyle içten kucaklayamıyoruz herkesi. Okullar bizi kurulu düzen için hazırlar. Toplum (elalem) ne yapmamız gerektiğini önceden belirler. Utanılacak şeyler vardır, herkesin yapması gereken ve yapmaması gerekenler vardır. Ergenliğimizdeki bocalayış sadece hormonlarımızla alakalı bir şaşkınlık değildir aslında, çocukluğumuzun hayal dünyası artık büsbütün bir kayboluşun eşiğindedir ve bu şaşkınlık içerisinde hayatın tam orta yerinde buluruz kendimizi.
Sabah erkenden kalkıp tüm günümüzü ve enerjimizi, belki de hayatımızda hiçbir zaman isteyerek yapmayacağımız bir işe vakfederiz. Bakiye zamanımızı ise sevdiklerimize ve güya kendi isteğimizle seçtiğimizi sandığımız bir alışkanlığa ayırmaya çalışırız. Şunun şurasında bir pazarımız olur yahut kırk yılın başı bir bayram günü. Kitaplara, filmlere, insanlara sığınarak kendimiz olmaya, kendimizi bulmaya çalışırız. Sonra çocuklarımız olur, henüz kendimizi bulamamışken üstelik. Çoluk çocuk ailecek kaybolmuşuzdur artık. Bir şeyleri fark ettiğimizi sandığımızda ise sona gelmişizdir. Arayış çocuklarımızla devam edecektir.
Her son, yeni bir varoluş ile yoluna devam ediyor. Feleğin çarkı tıkır tıkır işliyor. Evrenin yaşı düşünüldüğünde ömürlerimiz öylesine küçülüyor ki bir göz kırpış, bir kıvılcım gibi çakıp kayboluyoruz. Bu var ile yok arası zaman içinde hayatlarımızı anlamlı kılmak adına verdiğimiz mücadele gerçekten taktire şayan. Her birimiz seçilmiş kişileriz. Lezzetli yemekler yiyor, mis gibi kokuları içimize çekiyor, birbirinden güzel sesler duyuyor, bilincimize sunulan bu harikulade yetenekler sayesinde inanılmaz deneyimler yaşıyoruz. Tüm olumsuz yanlarına rağmen, hayat gerçekten de büyük bir armağan ve onu anlamlı kılan da arayışlarımız değil midir?